18.01.2015

4. Gün: Akihabara (Yeniden), Shinjuku ve Ikebukuro


Bir önceki günden, tam dükkanları gezemediğimizden ve Yodabashi Camera'yı (çok büyük bir elektronik mağazası) o gün bulamadığımızdan, 4. günümüzde açılışı tekrar Akihabara ile yapmak istedik. Aslında sabah çok erken uyanmıştık. Bu gün için de tayfun uyarıları devam ediyordu. Aslında o gün için pek bir şey yapabileceğimizi düşünmüyordum. Tüm umutsuzluğuma rağmen telefondan hava durumuna baktım. Öğlen 12'de tamamen yağmurun duracağı ve güneş açacağı bilgisi vardı. 12'ye kadar otelimizde beklemeye karar verdik. Çünkü dışarıda yağmur gerçekten döne döne yağıyor, göz gözü görmüyor ve her yer uçuyordu. Gerçekten de saat 12'ye yaklaşırken güneş yüzünü nihayet gösterdi ve Akihabara'ya doğru yola koyulduk. Bu sefer de deli danalar gibi kahvaltı yeri aramayalım diye, Foursquare'den yüksek puan almış bir cafe tercih ettik. Gerçekten de çok tatlı, küçük bir cafede kahvaltımızı ettik.




Fazlasıyla doymuş bir biçimde oradan ayrılıp, harita yardımı ile Yodabashi Camera'yı nihayet bulduk. Gerçekten fazlası ile büyük, her katında ayrı bir kategori bulunan bir elektronik dükkanıydı. Uzunca bir süre mağazada dolandık fakat bir şey almadık. Fiyatlar zaten Dubai'de de uygun olduğu için, gerek duymadık. Yalnız telefon fiyatları ciddi anlamda çok uygundu. Ama yalnızca Japonya'da yaşayanlar için uygun. Genelde telefonlar gsm firmaları ile anlaşmalı olarak satış yapıyorlar. Tek satan yerler de var ama Japonya diğer ülkelerden farklı bir sistem kullandığı için, o telefonlar başka ülkelerde çalışmıyor. Mesela XBox fiyatları da aynı şekilde. Fiyatlar çok uygun. Hatta bir an "Alsak mı acaba?" diye düşünüp, satıcı ile konuştuğumuzda Japonya dışında satılan başka oyunları çalıştıramayacağını öğrendik.







Bu arada mağaza içinde bir sürü değişik otomat var. Kendi kendinize baskı alabileceğiniz alanlar, vesikalık çekme makineleri vs... Her şeyi tek başınıza yapıyorsunuz. Mesela biz onlardan birini denemek istedik. Fotoğraf basma otomatı... Gittik telefonu bağladık, kanjilerle boğuşup (ingilizce seçenek yoktu) zar zor telefon içi fotoğraflara ulaştık, bin ayrı deneme sonrasında da fotoğraflardan birini basmayı başarabildik =) Bu zaferin ardından mutlu bir şekilde mekandan ayrılıp, Shinjuku yollarını tuttuk.

Shinjuku da yine Tokyo'nun diğer semtlerine benziyordu. Ama sanki daha geniş, daha büyük ve daha kalabalıktı. Gürültü, ışık, dijital tabelalar burada da aynıydı. Ama yine de bilemiyorum, buraya da kanım çabuk ısındı. Japonya'dan gitmeden bir park daha görmek istiyordum. Yine haritadan açıp daha önceden rotamda planladığım Shinjuku Gyoen'e doğru yola koyulduk. Ama park kapısına geldiğimizde parkın kapalı olduğunu öğrendik. Zaten bizim gittiğimiz dönemde Japonya'da bir çok park kapalıydı. Sebebi ise Deng Mosquito salgını. Parkı gezemeden, yine ara sokaklarda bulduk kendimizi. Aralarda bi yerde müzik dükkanlarından birine girdik. Biraz gitar denedik, fiyatları inceledik. Türkiye ile karşılaştırıldığında gerçekten fiyatları ucuzdu. Zaten genelde gitarların Kore ve Japonya çıkışlı olduğunu varsayarsak, bu fiyatlar gayet normaldi. Oradan da çıktık ve yol üstü yeniden bir Türk Restoranı...



Şans eseri gittiğimiz en güzel yerlerden biri de Mosaic Street idi. İnce uzun dar bir sokak. Sokak demek de ne kadar doğru bilemiyorum. İki koca bina arasında bulunan ince uzun boşluğu alışveriş sokağı olarak değerlendirmişler. Çok fazla dükkan da yok. 1-2 pastane, birkaç da pahalı mağaza. Ama insana huzur ve mutluluk veren çok şirin bir yer. Eşimin "Ne olur burada oturup bir bira içelim" ricasını reddettiğim için çok pişmanım aslında. Benim de aklım kaldı. Ama orada zaman kaybetseydik, Ikebukuro'yu dilediğimizce gezemeyecektik.



Sıra gelmişti Ikebukuro'ya... Ikebukuro'ya indiğimizde, uzun süredir bir şeyler yemediğimizi farkedip yemek yemek için bir yerler aramaya başladık. Ara sokaklardan birinde güzelce, küçük pub tarzı bir yer bulduk. Zaten yakisoba ve okonomiyaki yemek istiyorduk. Dışardaki menülerinde ikisini bir arada görünce hemen fırsatı kaçırmadan girdik. Yine çok güzel değişik biralar içtik. Yemeklerin güzel olması bir yana, hayatımda içtiğim en güzel içecekler Japonya'daydı. İçkili kokteyllerin daima tadı tuzu yerinde, kokteyllerde ne içki tadı fazla, ne aroma tadı. Hiçbir şey aşırı şekerli değil. Bir insan hayattan daha başka ne isteyebilir ki? =)


Neyse, içkilerimiz, yakisobamız ve okonomiyakimizden gayet mutlu olarak oradan da ayrıldık. Başladık ara sokakları arşınlamaya. Haftaiçi olmasına rağmen inanılmaz kalabalık ve inanılmaz gürültülüydü her yer. Bizim otelimizin bulunduğu Asakusa'ya zıt olarak, gece de her yer inanılmaz canlıydı. Her yerden müzik sesleri geliyor, her yerde insanlar dolaşıyordu. Aslında otelimizi Ikebukuro'da bi yerde mi tutsaydık diye de düşünmedik değil. Ara sokaklar bizi ana caddeye attı. Ana cadde ara sokaklara göre daha sakindi. Yol üstünde bir tane Türk pastanesi gördük. Simitler, açmalar, poaçalar... Japonya'da yaşayıp da simide poğaçaya hasret arkadaşlara duyrulur!!! Denemedik tabii ki ama her ürün gayet Türk görünüyordu.



 Caddenin sakinliğinden bunalıp tekrar ara sokaklara daldık. Karşımıza bir rock bar çıktı. Ama canlı müzik olduğundan, giriş ücreti bir hayli fazlaydı. Yine de barın önündeki metalci gençliği görmek çok eğlenceliydi.


Her bir sokakta en az 2'şer 3'er tane love hotel vardı. Love Hotel ne derseniz de, saatlik ücret alan, genellikle malum iş için kullanılan oteller. Her birinin kapısında fiyat listesi de mevcut. 1 saatlik, 3 saatlik, yarım günlük ve 1 gece konaklama fiyatları vardı genel olarak. Bildiğim kadarıyla bu Uzak Doğu ülkelerinde meşhur bir şey.




Bir de her sokağın başında duran, takım elbiseli, kulaklıklı adamlar var. Bunlar da yoldan geçen yalnız erkekleri durdurup kulaklarına bir şeyler söylüyorlar. Bunu da tahmin etmek pek zor olmasa gerek... Aynı zamanda bir çok yerde yine Girls Bar diye bir şey var. Japon arkadaşıma sorduğumda, dekolte giyimli kızların hizmet ettiği, erkeklere yönelik bir bar olduğunu söyledi. Aynısının tersi kızlar için de varmış ama ben hiç rastlamadım...

Gece yine metronun son saatlerine yaklaşırken, bir şeyler içmeden otele dönmeyelim diye çevrede rock bar aramaya başladık. Telefondan ve gezdiğimiz yerlerde bulamayınca, gözümüze kestirdiğimiz genç bir topluluğa öneride bulunmaları için sormaya gittik. Japonca konuştuğumuzu duyunca şaşırıp, hepsi telefonundan rock bar aramaya koyuldu... Kendileri de bulamadılar ama hayatlarının göreviymiş gibi dakikalarca aramaya devam ettiler. Biz de rock barı boşvermelerini söyleyip, en azından içki içelebilecek düzgün bir pub olup olmadığını sorduk. Yine hepsi birbirine bakmaya başladı, "acaba neresi olabilir" diye birbirlerine on defa sordular. O sırada durduğumuz yer de HUB isimli bir pub önüydü. "Peki burası nasıldır?" diye sorduk, "Gayet iyidir" cevabını aldık. Ulan niye baştan demiyosunuz? Yani yine kendi işimizi kendimiz yapmış olduk. Pub gerçekten de güzeldi. Irish pub idi yanlış hatırlamıyorsam. Halloween yaklaştığı için her yeri o konseptte dekore etmişlerdi.




Gerçekten "Japonlar iş çıkışı geç saatlere kadar içerler" sözü hurafe değilmiş. Her yerde takım elbiseli abiler ablalar oturuyordu. İçkilerin fiyatları gerçekten çok uygundu. Kokteyller yine tam kararındaydı. Denemediğimiz şeylerden denedik hep. Komik fiyatlar ödeyip, o günü de orada sonlandırmış olduk. Ertesi günün son günümüz olduğu bilgisiyle, 5 karış surat ile yine otelin yolunu tuttuk...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder